İki parmak nesli ve sanal sosyal mekanlar
Transa geçmiş insanlar görüyorum her yerde… Sokakta yürüyen, trafik ışıklarında bekleyen, mekanlarda oturan, bir köşede çikolatasının kenarını kemiren, metroda giden, durakta bekleyen, arabanın arka koltuğunda oturan…
Hepsinin gözü sağ elinde tuttuğu cep telefonun ekranında. Baş parmakları sürekli hareket halinde. Giderek asosyalleşen ama sosyal medyada popüleritesi giderek artan bir nesil var artık. Kim ne derse desin sokakları iki parmak nesli basmış… Zombi gibiler, bedenleri bu dünyada ama kimbilir benlikleri ve ruhları hangi sosyal alemde?
Eskiden söylemezdik, şimdi dünyaya ilan ediyoruz
İzmir’in incisi Kordon’da oturuyorum. Çarşaf gibi denizin güzelliğini içime çekerken mart güneşiyle ısınıyorum. Bir yandan da kıskançlıkla “Umarım ben İstanbul’da yokken kar yağmaz” diyerek cep telefonumdan hava durumuna bakıyorum. Yağmurlu diyor, “Yok inanmam. BB Chat’ten kuzenime sorayım” diyerek “Kar var mı kar?” diye mesajımı atıyorum, sonuna üzgün yüz ekleyerek. (L). Cevap hemen geliyor “Yoooook LL”. Yanımda arkadaşlarım bir şey anlatıyor. “Bir dakika” diyerek ‘Foursquare’den lokasyonumu işaretleyerek twitter’da paylaşıyorum. Şimdi bir resim çekip facebook’a da atayım derken kulağımın dibinde ses patlıyor “Çayın soğudu”…
Fani dünyaya geri dönüyorum. Evet, nerede kalmıştık… Mart güneşi, kordon, deniz… Kendimi biraz mahcup hissediyorum. “Yok soğumamış” diyerek buz gibi çayımı içmeye çalışıyorum. Evet biz böyle olduk. Telefonlaşmayı, mailleşmeyi bile unutur olduk. Sosyal medyada ne yaptığımızı nereye gittiğimizi, ne yiyip ne içtiğimizi anında paylaşır olduk. Filmin galasında daha perde inmeden eleştirilerimizi yazıp, yemeğimiz bitmeden mekan yorumlarımızı yazar olduk. Çok mu kötü yani? Değil ama… Sabah gözümüzü açtığımız andan gece yorganı üzerimize çekene kadar an be an sanal alemlerde yaşar olduk. Sanırım dozunu ayarlamak gerek. Öyle değil mi zaten, Muhteşem Yüzyıl’daki şifacı kadının dediği gibi “zehri azıcık kullanırsan iyileştirir, çok kullanırsan ölürsün”.
Kim nerede, ne zaman, nasıl?
En popüler sanal sosyal mekanlar: Twitter, foursquare, facebook… Kim o anda nerede ne yapıyor, özellikle gazeteci arkadaşlarımın gezip gördüklerini paylaşmaları benim için çok faydalı oluyor. Ama çevredeki masalara bakıyorum. 5-6 kişilik gruplar halinde gençler oturuyor. Hepsinin elinde telefon. Sohbet desen yok, çünkü başka alemdeler. Daha doğrusu sosyal alemdeler. Baş parmaklar canla başla çalışıyor. Ben de merak edip internette araştırma yaptım. Çok uzağa gitmeme gerek kalmadı, Bilgi Çağı Dergisi’nde daha önce yayınlanan bir haberden hatırlatmak adına alıntı yapıyorum. Bakın neler buldum:
IAB Türkiye yani Interactive Advertising Bureau Türkiye, geçtiğimiz şubat ayında 12-25 yaş arası gençleri kapsayan bir araştırma yapmış. “IAB Türkiye Internet Ölçümleme Araştırması” adı altında yapılan ve Oya Öneş Yaşayan’ın derlediği bu araştırma 12.3 milyon genci temsil ediyor. Bunların yüzde 53’ü erkek, yüzde 47’si kadın. Yüzde 66’sı öğrenci, yüzde 33’ü çalışan kesim.
Bu gençlerin yüzde 98’i her gün veya haftada bir kaç kez internete giriyorlar. Yüzde 69’u evden , yüzde 6’sı internet kafelerden , yüzde 5’i ise okuldan bağlanıyor. Sosyalleşmek için sosyal medya, eğlenmek için online oyunlar var. E-postayı unutmuşlar, yüzde 62’si arkadaşlarıyla haberleşmeyi sosyal ağlar veya anlık mesajlaşmalarla yapıyor. Yüzde 42’si ise cep telefonundan internete bağlanıyor.
Bu yaş grubunun yüzde 54’ü televizyonu internetten izliyor, radyoyu internetten dinliyor ve gazeteleri de internetten takip ediyor. Çogu birden fazla mecrayı aynı anda tüketebiliyor, internette ödev için araştırma yaparken, müzik dinleyip, mesajlaşıyor.
Evet çevremden de gördüğüm gibi gençler uyanık olduklarında hep online. Nerede olursa olsun farketmiyor. Aslında orta yaştakilein de onlardan pek geri kalır yanı yok. Ama ben bağlantıyı keseceğim bir süreliğine Kordon’da güneşin batışını kaçırmak istemiyorum.
(8 Mart 2011 Salı, Bilgi Çağı – Figen Onur)
