Sosyal Medya hayvansever sayısını arttırdı
Gündemde hayvan hakları için yapılan eylemler var. Belki de sosyal medya bu kadar etkin olmasaydı bu kadar çok hayvansever bir araya gelemeyecekti. Belki de bu yasadan pek fazla haberleri olmayacaktı. Sosyal medya olmasaydı hayvanların çektiği acılar bu kadar çok gözümüze sokulmayacaktı belki de…
İtiraf ediyorum pişman oldum… Facebook sayesinde o kadar çok hayvansever tanıdım ki… O kadar çok dernek, vakıf, barınak ve gönüllülerin sayfası var ki ve ben de hepsini takip etme hatasında bulundum. Yapmasaydım eğer her gün gördüğüm resimler ve paylaşımlar içimi bu kadar acıtmayacaktı. Derler ya, “Gözden ırak gönülden ırak olur”. Biz bu hayvanlara ne kadar çok kötülük yapıyormuşuz meğer. Ben ki yıllardır evinde hep köpek besleyen, her türlü hayvanı seven birisi olarak onların ne kadar çok acı ve eziyet çektiklerini sosyal medya sayesinde öğrendim. Gördüğüm her acı yüklü resimden sonra iki köpeğime sarılıp “İyi ki benimlesiniz, ben sizi korurum” dedim.
Hayvanlar oyuncak değildir
Kalbi olanlar ve 18 yaşının altındakiler yazının bundan sonrakini okumasın. Her ne kadar resimlerle destekleyerek yüreğinizi kaldırmak istemesem de birkaç cümle ile anlatmak istiyorum. Biz bu zavallı hayvanlara neler yapıyoruz?
Öncelikle yavruyken bir oyuncak gibi oynuyoruz. Seviyoruz, kendimize alıştırıyoruz, yemek ve su veriyoruz, oyun oynuyoruz. Büyümeye başlayınca da sırtımızı dönüyoruz. Genelde bisikletle eşdeğerde karne hediyesi oluyorlar. Yazın her şey çok güzel tabii. Yazlık, açık hava, normal hayattan uzak sahte bir hayat, bahçe, arkadaşlar sürekli kucağımızda öpüp okşadığımız mıncıkladığımız bir oyuncak var.
Derken yaz tatili bitiyor, okullar açılacak. Geçek hayata dönülecek… Köpek büyüyor. Artık gazete kağıdı üstüne veya çimlere çiş kaka yapmayacak. Birinin sabah akşam onu alıp gezdirmesi gerek. Bu görev kimin? Okula giden, yollarda perişan olan ve kışın kasvetine kapılan kendi hayatlarını yaşayan çocukların mı? Yoksa varı yoğu işi olan veya evdeki sorumluluklardan köşe bucak kaçmak için işin arkasına sığınan babanın mı? Tabii ki bütün ailenin yükünü omuzlayan anneye kalıyor bu iş. Sonuç: Ya sokağa terk etme ya da barınağa verme. Nasıl olsa büyüdü , başının çaresine bakar… Öyle olmuyor işte, siz kendinizi kandırıp vicdanınızı rahatlatın. Ama sosyal medya paylaşımlarında yer alan boynu bükük gözleri mutsuz köpekler işin öyle olmadığını gösteriyor. Sokakta yaşayamıyorlar, dayak yiyorlar, işkence görüyorlar, tecavüze uğruyorlar, dövüş köpeklerinin önüne antreman köpeği olarak atılıp can veriyorlar, arabaların altında yaralanıyorlar, sakat kalıyorlar, aç kalıyorlar, hastalanıyorlar… Çok ama çok acı çekiyorlar… En önemlisi onları bebekken oyuncak gibi mıncıklayın insan tenine ve tatlı sözlere alıştıranları arıyor gözleri yürekleri sürekli…
Barınaklar adeta ölüm kampı gibi
Barınaklar güllük gülistanlık sanıyorsunuz değil mi? Değil. Bir kere gittim günlerce kendime gelemedim. İnsanoğluna isyan ettim. Barınak gönüllülerini yürekten kutluyorum. Çok güçlüler, azimliler, içleri parçalansa da maddi manevi ellerinden ne geliyorsa yapmaya çalışıyorlar. Her şeyin fotoğrafını bilgisini sosyal medyada paylaştıkları için sağ olsunlar. Yoksa ruhumuz bile duymayacaktı. Facebook ve twitter sayesinde çok can yuva buldu, tedavi oldu. Ya sosyal medya olmasaydı? Sessiz sedasız acı çekip gideceklerdi, bilmediğimiz çoğu gibi. Gönüllüler maddi manevi tek başlarına ne kadar dayanabilirler ki?
Ben bütün barınakları gezdim Türkiye’de… Tabii ki sosyal medya sayesinde. Resimlerini gördüm, paylaşımları ve yorumları okudum. Her seferimde boğazım düğümlendi. Bazı belediyelerin barınakları takdire değer ama sayıları o kadar az ki… Birçok barınakta gelen mamalar yetmiyor, hayvanların önüne kuru ekmek atılıyor, yosun tutmuş kaplardan su içiyorlar. Bazen bir parça küflü kuru ekmek için birbirleriyle dövüşüyorlar. Hatta birbirini parçalayıp yiyenleri bile gördük açlıktan… Tabii ki sosyal medyadaki paylaşımlarda. Hitler Almanya’sının toplama kamplarından bir farkı yok benim gözümde. Hastalık kol geziyor. Ne veteriner ne de çalışanlar yetişemiyorlar gerekli hijyeni ve bakımı sağlamaya. Ödenek kısıtlı çünkü… Barınak gönüllüleri çaresiz sürekli yardım çığlıkları yer alıyor sosyal medyada. Yüz kişi yorum yapıyor, ama sadece “Vah vah” şeklinde. Sonuç?
Akla hayale gelmeyecek cins köpekler barınaklarda. Golden retriver’lar artık sıradan sokak köpeği muamelesi görmeye başlamış. Eh tabii çocukların en çok sevdiği cins. Al, oyna, hevesin geçti, at sokağa… Yeni doğum yapmış köpekleri ve bebeklerini görünce hepimizin içi sızlıyor “Âh vah, keşke yerim olsa alsam” yorumları yapılıyor. Ama akıbetini bilmiyoruz. Belli, çoğu gençliğe adım atamadan hastalıktan ölüyor, daha fazla acı çekmeden…
Bir de yaşlanınca veya bir yere taşınınca terk edilenler var. Kaç tanesi hayata küstü, yemeyi içmeyi reddedip intihar etti. Barınak çalışanları gönüllüler uğraştı ama bir paylaşımla içimiz parçalandı yine “Melek oldu”… Çünkü sahibi bir daha geri gelmemişti…
Oysa biz köpeği yüzlerce yıl önce evcilleştirmişiz. Köpek insan ister, sevilmek ister, dokunmak ister, insanların arasında yaşamak ister. Bir suçlu gibi demir parmaklıkların ardında yaşamayı değil. Yeni yasaya göre sokaktaki bütün hayvanlar toplanıp barınaklara götürülecek deniliyor. Yani mahallemizde bizi kuyruk sallayarak karşılayan, bir kap su için minnet dolu gözlerle bakan, hırsızları ve kötü niyetlileri uzaklaştıran herkesin elbirliğiyle yaşattığı hayvanları kafeslere hapsedip ölüme göndereceğiz. Mevcut hayvanlarla başa çıkamayan barınaklar üstüne gelen binlercesine nasıl yetecek? Bir kere daha düşünün kanun koyucular lütfen ya da bir haftanızı barınaklarda gezerek, ormanlara giderek veya bir kedi ya da köpekle yaşayarak geçirin, sonra karar verin… Ya da sadece sosyal medyayı inceleyin bir hafta boyunca, eminim sizin de içiniz sızlayacak karşılaşacağınız paylaşımlara…
(3 Ekim 2012 Çarşamba, Bilgi Çağı – Figen Onur)
